Kamil okuldan çıkmış, hafif bulutlu ama ılık bir bahar
gününde geniş bir meydanda yürüyordu. Bugün içinde bir öküz oturmuşçasına
sıkkınlık ve ağırlık vardı. Yanından lise çağlarında bir erkek genç ve iki kız
geçti gülüşerek. Şu mala bak almış iki kızı yanına yolda öyle yürüyor. Amk
ergeni, yüzündeki havalara gel sen. Şu yaşında, sanki dünyada bir sike derman
olmuş da belli etmiyor. Kendini bir şey sanan sülük. Kulaklığını taktığında
telefonundaki şarkılardan beğenmek için şarkı listesini şöyle bir gözden
geçirdi. Sinirli bir şeyler arıyordu. Önüne ilk gelen bir metal şarkısına bastı
ve yoldaki adımlarını hızlandırdı. Artık eve yürünecek daha az yol kalmıştı
Kamil için. O yüzden bir tanıdık görmesin diye kuytu bir köşeye geçti,
kapüşonunu indirdi ve sigarasını yaktı.
-Hey, Meral bir şey dicem bi baksana bana. Ne yapak bir
kafeye gidelim de oturalım ha, ne dersin?
-Bana niye sormuyorsun Umut, biz yok muyuz burada?
Umut başını Meral’in tarafından öbür tarafa çevirene dek
yüzü 3 farklı hal aldı.
Tatlı gülümseme… Sinirden köpüren boğa… Ve tekrar tatlı gülümseme…
-Biz ortaya söylüyoruz canım ya, ayrısı gayrısı mı var bu
işin?
Offf be şu lanet Sevil de bi gitmedi. Okul çıkışından beri
Meral ile baş başa kalmaya çalışıyorum, geldi sülük gibi kapıştı koluma
Daltonlar gibi kol kola yürüyoruz anasını satıyım. Bu Meral’de pek yüz vermiyor
gibi. Bugün de olmazsa zaten Selin garanti. Ona yürürüz. Sokakta yürüyen bazı
yalnız insanlar arada gençlere garipseyici bakışlar atıyordu ama Umut bunları
pek umursamadı. Tam yanından, kapüşonuna gömülmüş sırt çantalı, okuldan döndüğü
belli olan kendi yaşlarında bir genç geçti. Ulan sanki dünyanın bütün dertleri
üzerinde olan asi çocuklar gibi dolaşıyorlar anasını satıyım. Derbederim benim,
yerim seni he. Bu yaşta bu kadar hüzün fazla beyler. Gence küçümseyici bir
bakış attı ve yoluna devam etti.
İzmarit usulca yere düştü. Converse ayakkabılar, yaklaşık
iki yüz yetmiş derece kadar üstünde döndükten sonra, iki boyutlu izmaritin
tepesinden kalktı ve büyük engeller aşıyormuşçasına bir havaya bir aşağıya
hareket etmeye başladı. Yere ölü gibi yığılmış bir adamın yanından çabucak
geçiverdiler. Ulan bi siktirin gidin artık şu ülkeden. Her mahalle başında
böyle işşiz güçsüz asalaklar kendini öldürüyor. Ne güvenlik kaldı amk ülkesinde
ne başka bi şey. Vela Havle. Evine 3 sokak kalmıştı Kamil’in.
-Sakin ol Kamil. Ne bu şiddet, bu celal.
-Sen kimsin lan, çek elini omzumdan.
-Ulan iki saattir etrafındakilere bok atıp duruyorsun, sen
ne işe yararsın ki bu dünyada, okula gitmekten başka. Daha da sıkı yapıştı
adam.
-Ne yapmamı bekliyorsun ki ulan bu yaşta. Sen ne yaptın
atomu mu parçaladın? Aha bak şuna. Aha lan şu, şu. Bankta oturan kadın. Almış
eline bi ‘Starbucks’ kahve, bakıyor sahile öylece. Kesin çok yararlı ve faydalı
şeyler düşünüyordur şu an. Bak fuları da var. Aha entelim benim. Canım benim. Her
yerdesiniz.
-Kamil, harbi yorulmuyorsun he. Kadın hakkında iki kelime bilmiyorsun ama onun anasına sövecek kadar fikir sahibi oluyorsun bir anda. Bu mudur yani?
-Ee sen de siktir git be, öğüt verecek başkasını bul. Her bayramda
öğüt verip görevini yerine getirdiğini sanan dayılar gibisin.
Kamil omzunu sertçe çekti ve apartmana girdi. Annesini öptü
ve boş vaktini değerlendirmek için Youtube’da Minecraft videoları izlemeye başladı.
Kıssadan Hisse: Her nesil, kendi çağını dünyanın sonu
sanarmış.
Yorumlar
Yorum Gönder